Birkaç gündür televizyon ekranlarında, toplumun içten içe çürüyen bir yarasına şahit oluyoruz. Madde bağımlısı, sabıkalı bir genç… Onun peşine takılmış, henüz ne çocuk ne yetişkin sayılabilecek, kişiliği oturmamış hamile bir kız… Ve tüm bu yıkımın ortasında, kızını bu bataktan kurtarmaya çalışan çaresiz bir baba…
Aslında izlediğimiz şey, sadece bireysel bir dram sayılmaz; bu, Türk toplumunun bugünkü hali, gençliğin aynadaki yansımasıdır. Hayatını TikTok ekranlarına sıkıştırmış, ahlaki ölçüyü “beğeni” sayısıyla bir kuşak karşımızda.
Eskiler, “Ağaç yaşken eğilir” derdi. Bizse çocuklarımızı ekran karşısında eğlenmeye alıştırdık. Sonra da “NEDEN BÖYLE OLDULAR?” diye hayıflandık. Oysa asıl sormamız gereken şu: ONLARA NE KAZANDIRDIK Kİ, KARŞILIK BEKLİYORUZ?
Bugün sokakta “Ben akıllıyım” diye dolaşan nice genç, aslında kendi aklının kurbanı. Modern yaşamın parıltılarına aldanmış, özgürlükle başıboşluğu karıştırmış bir nesille karşı karşıyayız. Aileyi değil, özgürlüğü seçtiklerini sanıyorlar; sorumluluğu değil, keyfi yaşamı kutsuyorlar. Oysa ne geçmişi bilen var, ne geleceği düşünen.
Zannediyorlar ki hayat, TikTok videolarıyla, sahte gülüşlerle, gece hayatıyla kurulur.
Oysa gerçek hayat; ALIN TERİYLE, SABIRLA, SAYGIYLA KURULUR.
Elindeki akıllı telefon olan herkes kendini filozof sanıyor. Ama en küçük acıya, en sıradan zorluğa tahammül yok. Aileden kaçıp sokakta sürüklenen, dost yerine zehir sunan arkadaşlara sığınan, “ben bilirim” diyerek felakete sürüklenen bir gençlik…
Ve sonra ne oluyor? Madde bağımlılığı, sahte aşklar, evlilik dışı hamilelikler, sabıka dosyaları…
Ama suç hep birilerinde: Ailede, okulda, devlette…
Gençse masum, sanki iradesi yok gibi. Oysa bugün yaşanan yıkım, kendini “en çok bilen” sananların körlüğüdür.
Kurtuluşmu?
Önce haddini bilmek,
Aileye, büyüğe kulak vermekte…
Gerçek özgürlük;
Günü değil, ömrü planlamakta. Sözde “özgür” arkadaşlara değil, nasihat eden babaya, dua eden anneye kıymet vermekte.
EDEP, EMEK, SABIR, ŞÜKÜR VE EN ÖNEMLİSİ; AKLINI HEVESİNE DEĞİL, VİCDANINA DANIŞMAK.
Kalın sağlıcakla.