Bir dönem sadeliğiyle, mütevazılığıyla övünen bir toplumduk. Şimdi ise bakıyoruz, gösterişin esiri olmuşuz. Artık hiçbir şey, sadece yaşanmak için yaşanmıyor; her şey “görülmek” için planlanıyor.
Evlenme teklifinden bebek doğumuna kadar her adım bir gösteri. KREDİYLE ALINMIŞ YÜZÜKLER, BORÇLA YAPILAN DÜĞÜNLER… Amaç mutlu olmak değil, başkalarının ağzını açık bırakmak. Doğallık küçümseniyor, sadelik sıkıcı bulunuyor. Oysa asıl eksilen, ruhumuz. Gösterişli hayatlarımızda şükür az, tevazu hiç yok.
“Bakın bizde de var” duygusu; evlilikten tatile, yemek paylaşımından çocuk odası dekoruna kadar her şeyi bir etkinliğe, bir ‘story’ye dönüştürdü. Sosyal medya ekranı açılmadan yaşanmış sayılmıyor.
Cinsiyet partileri, doğum odası süslemeleri, daha bir yaşına gelmeden yapılan doğum günü konseptleri… Hepsi aynı sorunun uzantısı: Gösterme takıntısı. Hayat bir sahneye çevrildi, herkes izleyici arıyor.
Görgü ve kültürle beslenmeyen her hayat, sadece israfla büyür. Şimdi soralım kendimize: Gerçekten yaşıyor muyuz, yoksa sadece başkalarına yaşadığımızı mı ispatlamaya çalışıyoruz?
Toplum olarak önce gösterişten arınmalı, sonra özümüze dönmeliyiz. Yoksa o eski Türk milleti, cephede değil ama zihniyette kaybedilecek.
Kalın sağlıcakla..