Bir ülke düşünün…
Yıllardır nefessiz bırakılmış, ekonomisi ilmek ilmek boğulmuş, sınırları ABD üsleriyle çevrilmiş.
Bir ülke düşünün…
Kendi göğsünden doğan düşmanlara, gözlerinin içine baka baka “Ben buradayım” demeye çalışan.
Adı: İran.
Evet, kimileri sevmeyebilir İran’ı.
Mezhebini, siyasetini, rejimini eleştirebilir.
Ama mesele o değil.
Mesele, bir milletin diz çöktürülme çabası karşısında, Müslüman coğrafyanın yüreklerinin hâlâ taş gibi suskun kalmasıdır.
Ve asıl suç, işte bu suskunlukta gizlidir.
İsrail, İran’a saldırıyor.
Füzeler yağıyor.
Üst düzey komutanlar toprağa karışıyor.
Peki İslam dünyası ne yapıyor?
Kınama metinleriyle makyajlı bir ahlak gösterisi…
Sonra herkes kendi lüks arabasına binip konforuna devam ediyor.
Ey susanlar!
Siz İsrail kadar, belki daha fazla suçlusunuz!
Çünkü zulme sessizlik, zalime cesaret verir.
Ve o cesaretle atılan her bomba, sadece İran’a değil, Kudüs’e, Mekke’ye, Bağdat’a, Şam’a, İstanbul’a da düşer aslında.
Toplu suskunluk, toplu felaketi çağırır.
Unutmayın, bir gün sıra size de gelir.
Çünkü adaletsizliğe sessiz kalmak, adaletsizliğe ortak olmaktır.
Bu çağda pahalı olanın kaliteli, güçlü olanın haklı sayıldığı bir düzen var.
Oysa gerçek hak, mazlumun gözyaşında gizlidir.
Gerçek güç, yalnız kalsa da doğruyu söyleyebilendir.
Ve gerçek iman, susması gereken yerde haykırabilmektir.
Bir toplumun vicdanı kırılmışsa, ona ne teknoloji fayda eder, ne diplomasi.
Kırık kalemle yazılan tarihler, kırık gelecekler doğurur.
Bugün İran’a yapılan, yarın sana yapılacak!
Bugün sustuğun çığlık, yarın kendi çocuklarında yankılanacak!
Kalın değil, uyanık kalın…
Selahattin çelik