Keskin dili, sarsıcı fikirleri ve toplumun her kesimine dokunan yazılarıyla tanınan Genç’in vefatı, sevenlerini ve düşünce dünyasını yasa boğdu.
Yazın hayatına genç yaşta dizgicilikle başlayan Genç, 1980 öncesi dönemde Ankara’da Genç Arkadaş ve Hasret dergileriyle yolları kesişen birçok ismin hafızasında çalışkan, sessiz ve fedakâr bir genç olarak kaldı. 12 Eylül sonrası ise “Çete” dergisiyle kısa ama etkili bir yayıncılık hamlesine imza attı. Dergi sadece iki sayı yayımlansa da yankısı büyük oldu; ODTÜ’de düzenlenen bir söyleşi etkinliği dört saatten fazla sürdü, yazar Aziz Nesin bile bu genç ekibi tanımak istediğini iletti.
Genç’in “Ofli Hoca” adlı kitabı Türkiye Yazarlar Birliği tarafından ödüle layık görülse de Genç törene katılmadı. Gerekçe olarak “Sartre da Nobel’i reddetmişti.” diyerek bağımsız duruşunu sürdürdü.
1990’lı yıllarda İstanbul’daki kültürel etkinliklere katılan Genç, Gülhane Parkı’ndaki bir söyleşide bütün ideolojik grupları sertçe eleştirdi. Bu tutumunu sonraki yıllarda da korudu. Bağlantısız, bağımsız ve halkın içinden bir ses olarak, vatanperver çizgisinden ödün vermeden büyük bir kitleye ulaştı.
Genç’in yazıları ve konuşmaları zaman zaman tartışma yarattı, ancak o hiçbir zaman geri adım atmadı. Kalemini “Topal Osman”, “İpsiz Recep” ve “Sandıkçı Şükrü”nün ruhuyla özdeşleştiren dostları, onu Karadeniz’in hırçın dalgalarına, Palandöken’in dik duruşuna benzetti.
Nihat Genç, toplumun “delikanlısı” olarak anıldı. Onun için “Kasabadaki esnaf, köydeki çiftçi, yayladaki çoban, şehirdeki dar gelirli, işportacı, işçi ve askerdeki Mehmet”ti.
Bir dostu onun ardından şöyle seslendi:
“Nihat Genç aslında Türkiye’ydi. Sözünü sakınmadı. Eğri büğrü etmeden, ezmeden, bükmeden söyledi. Yazdıkları tez konusu, hayatı film olsun isterim. Bu çağın delikanlısıydı.”